Yıldızların Kıskandığı Gümüşlük



1 Eylül 2012 Cumartesi günü Tamar'la birlikte Büyükada Aya Yorgi tepesinde yaptığımız çekim sırasında bizi sevinç ve hayretler çemberinde bırakan çok güzel bir tanışma yaşadığımızdan bahsetmiştik. "Kameraya ne anlatmak gerekir", "aklımızdan geçenleri nasıl özetleriz"leri düşünürken Cevat Yıldırım imdadımıza yetişmiş; "Yer keşfetmekten ziyade fikre dönüştürmeye yönelik bir girişim mi?" sorusuyla kalplerimizi fethetmişti. Sohbet genişledikçe onun da gezmekten, gezip gördüğü yerleri yaşamaktan çok büyük keyif aldığını öğrendik. Ve şimdi de, tanışmamızın akabinindeki ilk seyahatinden, Gümüşlük'ten, bize gönderdiği yazı ile de onun muhteşem kalemine, görüp yaşadığı herşeyi okuyana da yaşatabilme özelliğine hayran kaldık. Cevat Yıldırım'ın başlığa adını veren yazısına belki siz de bizim gibi birkaç kez okumaya doyamayacaksınız:

Gümüşlük'le tanışmamda benim için baskın olan duygu, bir karşılaşmanın vereceği hayret ve sevinç oldu. Öyle ki Gümüşlük'ün yerinden kıpırdamayıp sadece benim oraya gidebileceğimi düşünmekte biraz zorlanıyorum. Ya da şöyle söyleyeyim; oraya geri dönmekten ziyade sanki Gümüşlük'le yeniden bir yerlerde karşılaşmayı umuyorum.
Bir arkadaşımla Bodrum ve civarını gezerken aklımıza daha önce adını duyduğumuz ama hakkında hiçbir şey bilmediğimiz Gümüşlük'e de uğramak geldi. Niyetimiz bütün geceyi orada geçirmek değil, bir görüp geçmekti. Velhasıl bu hayırlı tesadüfü bir hasbihal vesilesine çevirmek isteyen Gümüşlük bizi bırakmadı. İlkin coğrafyasıyla şaşırttı bizi. Birbirleriyle alakası sadece görenleri şaşırtmak üzere kurulmuş gibi görünen küçücük koylar ve adalar bir doğa oyunu içinde olduğumuzu düşündürttü. Sahilinde yürüdüğümüz koyu yukarıdan gören tepeler bir anda kayboluyor, biz yolun bittiği zannımızı yenip de önümüzdeki köşeyi döner dönmez yeniden beliriyorlardı. Gümüşlük'te denizin içinde irili ufaklı adacıklar, kıyıya öyle bir muziplikle yanaşıyorlar ki, bunlardan birine deniz üzerinde (su ancak ayak bileklerinize gelecek kadar) yürüyerek gitmek mümkün.
Coğrafyanın ardından kasabanın bakirliğine hayran kaldık. Rıhtım boyunca dizilmiş balık lokantaları kesinlikle civardaki yerleşimlerde gördüklerimizden çok daha fazlasını vaat ediyorlar. Mütevazi dekorlarıyla ve ahşap sandalyeleriyle bu lokantalar, hemen bir iki metre önlerinde bulunan balıkçı tekneleriyle gayet dostça ve neşeli bir ahbaplık kurmuş görünüyorlar. Bodrum'un cafcafından eser yok; yollar bile beton değil, toprak ve kumdan. Bunlar arasında bulunan köy kahvesinde bir kahve içip biraz sohbet etmemek yazık olur.
Akşam olunca kıyı şeridi masalardaki mumlarla, ağaçlardaki fenerlerle balık lokantalarının renkli ampulleriyle süsleniyor. Gümüşlük sit alanı ilan edilip kıyıdaki yapılaşmadan korunduğu için kıyıda çok az  bina var, daha doğrusu bir arka sokak bile yok. Bu da karanlığın herkesle paylaşıldıkça güzelliği artan bir doğa olayı olduğunu hatırlamamızı sağlıyor. Bu sayede Gümüşlük'ün gümüşlerine gökyüzünün gümüşlerinin de karşılık verdiğini görebiliyoruz: Burada yıldızlar yer yüzüne çok daha yakın görünüyorlar, müsaade etsek yere inip bize katılacaklar. Karşılıklı kıskançlığımızı sürdürmek pahasına onları yukarıda bırakıyoruz. Yine de önümüzde belirsizce uzanıp giden denizin karanlığı içimizde belli belirsiz bir uçma hissinin doğmasına neden oluyor.
Kumsaldaki bir barın hiçbir yapıya bağlı kalmayıp sadece bir ağacın dibine kurulmakla geniş ve ferah bir mekân sağladığını görüyoruz. Bunu ödüllendirmek gerek: Planımızın geri kalanını bize unutturan sarhoşluğu artık rakı mı veriyor yoksa yıldızlar mı, bunun bir önemi yok. Gümüşlük'le tekrar karşılaşmayı umuyorum. Bu sefer yıllardır düzenlenen Uluslar Arası Klasik Müzik Festivali'ne denk getirmekte fayda var..






Nadin Nerjan & Tamar Bal

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mimoza Mevsiminde Mimozalı Kadın

Yüzde Yüz Zomato