Düşünelim Bakalım. Hayal Ettiğimiz Şey Gerçekleşebilir De...

Günler geçiyor da zaman durmuş gibi mi sanki? Bilemiyorum. Enteresan olaylar baş gösteriyor âdeta. Birkaç güzel haber alıyoruz hemen arkasından tahterevallinin diğer ucuna aynı ağırlıkta başka bir haber biniyor; bir bakmışsın ayağımız yerden kesilmiş. Bazen de tam tersi...
Keşke diyorum başka bir hissiyat verse bu oyun. Hep otursak ve karşımıza ayağımızı yerden kesecek bir güzel haber gelse. Eğlensek kahkahalar atsak hep, yere inerken de, yerden yükselirken de. Manik haller de depresif haller de eşit hoşlukta olurdu o zaman.
Bugün 31 Mayıs 2013 Cuma. Ay bitti. Hafta bitti. Bahar bitti. Bunun karşılığında haftasonu başlıyor. Yaz başlıyor. Haziran başlıyor. Bunlar hep matematiksel bilgiler. Esas olan bizler için nelerin bittiği ve içsel dünyamızda nelerin başladığı. 
Aşağıda birbirinden kopuk gibi görünen hikayeler var. Beni tanıyanların çok iyi bildiği gibi ben ne sadece hikayenin kendisini anlatırım ne de sonuyla bitiririm cümlelerimi. O hikayeye gelene kadar başka bir hikaye muhakkak vardır ve muhakkak dökülür benden öncelikle. Bazen sabah gözümü ilk açtığımda rüyamdan başlayıp "bakkaldan neden cips aldığım"la biter ama illa ki bir öncesi ve sonrası vardır. Hikayeler bağlantılıdır. Şimdi ve her zaman. Ve ben yaşadıkça ve hikaye aktardıkça öyle olacaklar. 
Başlıyoruz... 
Öncelikle güzel haberler. Blog ortağım Tamar nam-ı diğer "müdür", tam da hayalini kurduğu için peşinden sağlam adımlarla koşmaya, coşmaya ve coşturmaya başladı. O artık Beyoğlu Giritimou Restaurant'da chef! Giritimou'yu özel bir çekim ile size ilerleyen günlerde tanıtacağım. Ama önce Tamar'ın yarattığı sinerji ve ondan duyduğum haklı gururu anlatacağım: Tamar, mezesinden ara sıcağına, ana yemeğinden tatlısına kadar ilgilenmek bir yana dursun, dünyanın her yerinden gelen çok özel misafirleriyle ve tabii ki dostlarıyla tek tek ilgileniyor ve gördüğüm hikaye hep aynı sonla bitiyor: İletişimi koparmamak üzere alınan verilen e-mail ve telefonlar, ve sevgi dolu bir kucaklaşma. Atmosferi, butik ve benim için en özel arkadaş grubuyla geçirdiğim daha ilk gecede, geceyarısını çoktan geçirmiş olduğumuz çakırkeyif üstü saatlere dek süren sofrada aile olmak bir yana dursun evimde gibi hissettiğimden, tecrübeyle sabit derken anlım açık sırtım dik. Giritimou'yu özel kılan hadise sadece bu değil elbette. Kuruluş hikayesi, çevredeki ilüminasyon ve daha birçok şey var onunla ilgili anlatılacak olan. Ve bu apayrı bir yayın konusu ve tabii ki bu kadarı bile hikayemle bağlantılı...
Biraz daha sabır... 
Bugün 31 Mayıs Cuma 2013 demiştim. Taksim ana başlık olacak nitelikte. Uzun zamandır trafiğin aksamasına ve insanların iyiden iyiye gerilmesine neden olan bir çalışma hakim. Taksim projesi dallandıkça budaklandıkça sonucun güzel mi veya nahoş mu olacağı tartışıladursun, son birkaç gündür yaşanılan olaylar bugün artık bir dram halini aldı. Çünkü Gezi Parkı tarih olacak, ve halk direniyor. Yine polis, yine devlet, yine kargaşa, yine karmaşa. Biber gazı sahnedeki yerini alırken direnişçiler yaralanıyor, psikolojik çöküş ve yıkım yine zirvede, hep aynı resim kısacası, sadece detaylar ve mekan farklı. Düşünüyorum da, gerçekten vazgeçmek mi gerek acaba? Gerçekten demokratik bir ülkede yaşadığımız rüyasından uyanabilecek miyiz? De ki uyandık. Uyanırsak ne yapacağız?
Bütün bu soruların kesin bir cevabı yok. Herkesin doğduğu topraklara bağlılık derecesi ve bu derecenin altında yatan sebepler bambaşka. Benim için ise tek gerçek var dünya insanı olabileceğimizi kabul etmek. Büyümek. Annelerimizin eteklerinin altından çıkmak bir an önce. Hayat gerçekten her an her yerde sıfırdan başlayabilir. Ezoterik meraklısı tarafım der ki; ilahi plandaki sapmalar bizi yanlışlıkla bu topraklara düşürmüş olabilir. Bunu bilemiyoruz. 
Bağlıyorum... 
Giritimu demiştim. Doğru çevre doğru çevreyi çekermiş gerçekten de. Aile aydın, aile geniş, aile doğru, aile dürüst. Soğuk kitap fabrikalarından gına geldiği günlerde imdadıma yetişen bir tesadüf yaşamama vesile oldu Giritimou. Ezgi ile tanıştım. Ezgi az konuştu hiç konuşmadı arası bir yerlerde durdu önce. İkinci görüşümde az konuştu az şarkı söyledi. Ve sonra çok konuştu, çok güzel kahve yaptı, çok fazla kelimeye vesile oldu ve çok sıkı sarıldı uğurlarken. Aziz Kedi'ydi Ezgi. Aziz Kedi'deydi Ezgi. Aziz Kedi kendisi ve Kitabevi olarak Giritimou'ya ilk gittiğim günden beri ha gittim ha gidicem diye ertelediğim sonra Tamar'ın beni kolumdan tutup götürdüğü ve herkesin gitmesi görmesi gereken bir yer. Nedenlerini gittiğinizde anlayacaksınız demek ve gizemler yaratmak isterdim ama hiç havamda değilim. Gidin. Çünkü ne istediğinizi bilmiyorsanız istediğiniz yayın gelip sizi bulur orda. Eliniz boş dönerseniz sizin için henüz yapılacak bişey yoktur veya çok geç kalınmıştır diyebiliriz. Gidin gözünüze takılanı alın, sorun Ezgi'ye ve Aziz'e. Onlar soğuk kitaphanelerdeki gibi sizde yeterince soru işareti yokmuş gibi yenileri eklensin diye pamuk şekeri kadar yalan rüyalarla dolu torbalar tutuşturmayacak ellerinize. İnanmadıkları, bilmedikleri, katılmadıkları fikirlere yer yok raflarında. Bütün bu resim de sizi aydın, fikir sahibi, inanan ve bilen yapmayacaksa yazıyı da burda okumayı kesin lütfen. 
Yeterince açıksa artık, sebeb-i yazıma gelebilir miyim? Teşekkür ederim. 
Herkes gibi bana da ilham ottan böcekten gelebilir. Ama çoğunlukla bir şarkı, bir nağme veya bir yazıdan gelir. Lise yıllarımda yazıp yönettiğim dört tiyatro -ki neden hep bizi oynatıyorsun sen de oyna kolaysa diyen sınıf arkadaşlarımı kırmayıp ikisinde de oynamıştım- da böyle gelmişti. Bu sefer bir geldi pir geldi. Aziz Kedi'deydim. Oku dediler. Birebir paylaşmaktan çok hızlı bitirir miyim okumasını orası meçhul. "Hatasız Düşünme Sanatı" adı. Rolf Dobelli de yazarı. Bakın ne diyor:
"Zararın neresinden dönülse kârdır...
Film berbattı. Birinci saati ardımızda bıraktığımızda karımın kulağına fısıldadım: "Hadi eve gidelim." Şöyle karşılık verdi: "Dünyada olmaz. Sinema biletleri için 30 euro'yu boşuna vermedik ya." "Bu bir gerekçe değil ki" diye itiraz ettim, 30 euro zaten gitti. Sen batık maliyet yanlışının tuzağına düşüyorsun." "Senin bitmek bilmeyen düşünce hataların" dedi karım; "düşünce hataları" sözünü ağızda acı bir şey varmış gibi söyledi. 
Ertesi gün pazarlama toplantısındaydım. Reklam kampanyası dört aydır devam ediyordu ve bütçe de öngörülen başarının çok altındaydı. Bu işi hemen durdurmaktan yanaydım. Reklam müdürü şu gerekçelendirmeyle karşı çıktı: Kampanyaya o kadar çok para yatırdık ki, şimdi durursak her şey bpşa gider." O da batık maliyet yanlışının kurbanıydı.  
Bir arkadaşım sorunlu bir ilişkide yıllardır kendine eziyet ediyordu. Kadın onu yine aldatmıştı. Arkadaşım kadının sadakatsizliğini her yakaladığında, kadın pişmanlık içinde geri geliyor ve af diliyordu. Bu kadınla bir ilişki sürdürmek uzun süredir anlamsız hale gelse de arkadaşım her seferinde yumuşuyordu. Konuyu açtığımda bana sebebini şöyle açıkladı: "Bu ilişkiye o kadar duygusal enerji yatırdım ki, onu şimdi terk etmek yanlış olur". Tipik bir batık maliyet yanlışı.  
Özel ya da mesleki hayatta her karar risk alarak verilir. Hayal ettiğimiz şey gerçekleşebilir de gerçekleşmeyebilir de. Girilen yol her an terk edilebilir, proje durdurulup bunun sonuçlarına katlanılabilir. Risk altındayken durumu bu şekilde tartmak mantıklı davranıştır. Batık maliyet yanlışı tuzağına özellikle; çok zaman, para, enerji, sevgi vs. yatırımında bulunduğumuzda düşeriz. Nesnel bir bakışla hiçbir anlamı olmasa dahi yatırdığımız para devam etmek için sebep oluşturmaya başlar. Ne kadar çok yatırım yapmışsak, yani batık maliyetimiz ne kadar büyükse planımızı devam ettirme arzumız o kadar güçlü olur.  
Borsaya para yatıranlar batık maliyet yanlışının tuzağına sıklıkla düşerler. Hisse senetlerini satıp satmama kararını verirken çoğu kez maliyet fiyatından yola çıkarlar. Hisselerin değeri bunun altındaysa satmazlar. Bu mantıksızdır. Maliyet fiyatının hiçbir rolü olmaması gerekir. Önemli olan tek şey piyasa hareketlerinin gelecek için nasıl bir epilimde olduğudur (ve alternarif yatırımların piyasa hareketlerinin nasıl bir eğilimde olduğudur). Herkes yanılabilir, özellikle borsada. 
Batık maliyet yanlışının acıklı püf noktası ise şudur: Bir hisse senediyle ne kadar çok para kaybetmişseniz, bu hisse senedine o kadar sıkı sıkıya sarılırsınız.
Bu mantıksız davranışın sebebi nedir? İnsanlar dayanıklı görünmeye çabalarlar. Dayanıklılıkla güvenilir olduğumuzun işaretini veririz. Çelişkiden korkarız. Bir projeyi yarıda bırakırsak bir çelişki yaratırız: Geçmişte bugün düşündüğümüzden farklı düşündüğümüzü itiraf etmiş oluruz. Anlamsız bir projeyi sürdürmek bu acı verici idrak sürecini geciktirir. Bu sayede daha uzun süre dayanıklı görünürüz.
 
Concorde uçakları devletin zarar eden projelerine tipik bir örnekti. İki ortak İngiltere ve Fransa, sesten hızlı uçağın faaliyetinin hiçbir zaman Kâr getirmeyeceğini kavradıktan sonra bile, sırf milli itibarı kaybetmemek için çok büyük meblağlar yatırmaya devam ettiler. Vazgeçmek kapitülasyonla eşdeğer olurdu. Bu yüzden batık maliyet yanlışı çoğu kez concorde-etkisi olarak da adlandırılır. Bu yanlış sadece masraf çıkarmaz, düpedüz feci karar hatalarına da sebep olur. Vietnam Savaşı tam da bu gerekçelendirmeyle uzatıldı: "Bu savaşta o kadar çok askerin hayatını feda ettik ki, şimdi vazgeçmek bir hata olurdu." 
"O kadar da yol geldik... "Kitabın o kadarını da okudum..." "Bu eğitime iki yılımı verdim, şimdi..." Bu tür cümlelerden batık maliyet yanlışının beyninizin bir köşesinde çoktan dişlerini gösterdiğini anlarsınız.
Bir şeyi sonlandırmak için yatırım yapmaya devam etmenin birçok iyi sebebi olabilir. Ama bu âna dek yapılan yatırımı göz önünde bulundurmak kötü bir sebeptir. Mantıklı davranmak biriken giderleri gözardı etmektir. Bu âna dek ne kadar yatırım yapmış olursanız olun, önemli olan tek şey şimdi, şu an ne olduğu ve gelecek için değerlendirmelerimizdir." 
Düşünelim bakalım. Çok enerji verdik, benliğimizi ve çok paramızı adadık. Herşeyimiz orda. Öyle mi peki gerçekten de? Siz ve herşeyiniz, herşeyinizi yatırdığınız, "ona", "buna", "oraya", "BURAYA" mı aitsiniz? 

Son Not:
Tiyatroda hem yazmak hem yönetmek hem de oynamak çok beceri isteyen bir iş değildir. Sadece bencilliktir. Kimseye ihtiyacım yok demektir ve ayıp kaçabilir. (Hayatını tiyatroya adamış ve sanatla alakası olmayan bir toplumda kıymet görememiş bir aktivist değilseniz). Herkesi dahil etmek ve insanların yeteneklerini keşfedip onlara yol açmak ise yaratıcılığın bir uzantısıdır. Bundan ses çıkarmadan faydalanabilenler toplumun sessiz kısmı değil, doğuştan bilgelerdir. Kıymet bilenlerdir... Çok mutluyum onları tanıdığıma... Ve kıymet bilen nice bilgelerin hayatımda yerlerini almış olmalarına... 

Nadin Nerjan 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mimoza Mevsiminde Mimozalı Kadın

Yüzde Yüz Zomato